Vahdettin GÜZEL
vahdettinguzell@gmail.com
Kurban ve Bayram
23/09/2015 Terim olarak “yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan şey” anlamına gelen kurban, dini bir terim olarak “ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan hayvan” demektir. Bu amaçla kesilen hayvana arapçada “udhiyye (dahiyye)” denir. Kurbana bu ad, hayvan kurban bayramında kuşluk vakti (duhâ) kesildiği için verilmiştir. Hac ve umrede kesilen kurbanlara ise “sevkedilip götürülen, sunulan şey” manasına gelen “hedy” adı verilir ki bu da eğer büyük baş hayvansa “bedene”, küçük baş hayvansa “dem” adını alır. Ayrıca yeni doğan çocuk için, başındaki saçın adından hareketle “akika (nesike)” denilen kurban kesilir. Mâlî bir ibadet olan kurban, hicretin ikinci (m.624) yılında meşru kılınmış ve Peygamber Efendimiz (a.s.) bu tarihten itibaren her yıl kurban bayramında kurban kesmiş, veda haccında ise hazırlanan 100 deveden altmış üçünü kendisi, kalanını da Hz. Ali (r.a.) kurban etmiş ve etleri yoksullara dağıtılmıştır. Asıl itibarıyla kurbanın tarihi Hz. Âdem’e kadar uzanmaktadır. Nitekim Mâide suresi 27. ayette “ Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini hakkıyla anlat. Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden (Hâbil’den) kabul edilmiş, diğerinden (Kâbil’den) ise kabul edilmemişti…” buyrulur. Rivayete göre Kabil, aynı zamanda ve aynı batında doğan kız kardeşini eş olarak almak istedi. Habil ise, bunun şeriata uygun olmadığını, diğer zamanda doğan kardeşlerinden birini alması gerektiğini ihtar etti. Kabil bu ikazı dikkate almayarak karşı geldi. Bunun üzerine Habil haklının ortaya çıkması için Allah’a birer kurban adamalarını teklif etti. O zamanlar kurban, herkesin mesleği icabı elinde bulunan maldan verilirdi. Kurban verilen bu şeyler, bir dağ başına konur, bir müddet sonra gidip bakıldığında , gökten inen ateş tarafından yakılarak ortadan kaybolan kurban Cenab-ı Hak tarafından kabul edilmiş olurdu. Habil’in koyun sürüsü vardı. Kurban için içlerinden en semiz ve gösterişlisi olan bir koçu seçti. Kabil ise, ziraatla uğraşırdı. O da cılız buğdaylardan oluşan bir demeti kurban olarak ayırdı. Habil ile Kabil bir müddet sonra bıraktıkları kurbanlıkları tetkik için gittiler. Habil’in kurban ettiği koç kabul edilmiş, Kabil’in cılız buğday demeti ise olduğu gibi duruyordu. Kur’an’da da anlatılan bu olay, öfkelenen ve kıskançlık krizine giren Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesiyle devam eder. Hadiseyi anlatan ayetlerde (Mâide 5/27-31) “Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.” buyrulmaktadır. Ayrıca Habil malının en iyisini kurbanlık seçerken, Kabil en cılızını ayırmıştır. Bütün bunlar göstermektedir ki ta Hz. Âdem zamanından beri Allah için kurban kesilmektedir ve kurbanda asıl olan niyet, ihlas, samimiyet, takva ve teslimiyettir. Nitekim bir ayette “ onların (kurbanların) ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır” buyrulmaktadır. İslam âlim ve müçtehitleri kurbanın hükmü hakkında ihtilaf etmişlerdir. İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye göre kurban vaciptir. Delili “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” ayeti kerimesi ile Peygamberimiz’in “ Ey insanlar, her sene her ev halkına kurban kesmek vaciptir” hadis-i şerifi ve “ Kimin hali vakti yerinde olur da kurban kesmezse namazgâhımıza yaklaşmasın” hadisindeki vaîd (korkutma) dır. Yani İmam-ı Azam diyor ki kurban vacip olmasaydı, Resulullah onu terk edene böyle bir tehditte bulunmazdı. Öte yandan Hz. Peygamber kurban kesmeyi hiç terk etmemiştir. Şafii, Maliki ve Hanbeliler ile Hanefilerden İmam Ebu Yusuf’a göre ise kurban sünnet-i müekkededir. Delillerinden bazıları şu hadis-i şeriflerdir : “ Bilinen on gün girdiği vakit, elinde kurbanı olup kesmek isteyen kimse (bedeninden) asla bir kıl almasın, tek bir tırnak kesmesin” “Üç şey vardır ki bunlar bana farz size nafiledir. Onlar da vitir, kurban ve kuşluk namazıdır.” Kurbanın sünnet olduğunu savunanlar, Kur’an’da bu konuda açık bir emrin olmadığından, Resûl-i Ekrem’in devamlı yapmış olmasının kurbanın sünnet olmasıyla da açıklanabileceği noktasından ve bu yöndeki sahabe uygulamasından hareket ederler. Hükmü ne olursa olsun kurban önemli ve pek çok hikmetleri bulunan bir ibadettir. Yüce Allah biz kullarına sayısız nimetler vermiştir. Kur’an’da da ifade edildiği üzere Cenab-ı Hakk’ın nimetlerini saymaya kalksak aciz kalırız. Bu nimetler ve ihsanlar karşısında yüce Rabbimizin bizden istediği, O’na hakkıyla kulluk etmek ve verdiği nimetlere şükretmektir. İşte yüce Allah’a şükür vasıtalarının en önemlilerinden birisi de kurban kesmektir. Kişi kurban kesmekle, Allah’ın emrine boyun eğmiş ve kulluk bilincini koruduğunu canlı bir biçimde ortaya koymuş olur. Mü’minler her kurban kesiminde Hz. İbrahim ile oğlu İsmail’in yüce Allah’ın buyruğuna mutlak itaat konusunda verdikleri başarılı imtihanın hatırasını tazelemiş, kendilerinin de aynı şekilde itaat, teslimiyet ve fedakarlığa hazır olduklarını göstermiş olmaktadırlar. Kur`ân-ı Kerîm`de şöyle buyrulmaktadır: "Biz her ümmet için kurban kesmeyi meşrû kıldık (emrettik). Allah`ın rızık olarak verdiği dört ayaklı davarlar üzerinde (yalnız) Allah`ın ismini ansınlar (o davarların gerçek sâhibinin Allah olduğunu bilsinler) diye... O halde hepiniz O`na teslim olun. (Habîbim)! Sen itâatli ve mütevâzî olanları (ebedî saâdet ve selâmetle) müjdele.." Bu âyette kurban kesmenin, Allah`ın hatırlanması, yeryüzünde mevcut bütün hayvanların Allah`ın mülkü olup, sırf rahmet eseri olarak insanların istifadesine verilmiş olduğunun bilinmesi için emr olunduğu belirtilmektedir. İnsan zamanla gaflete düşüp, sâhip olduğu malın, mülkün, servetin Allah`ın kendisine bir lûtfu olduğunu unutabilir. Kârun gibi her şeye kendi çalışmasıyla, bilgi ve maharetiyle sahip olduğunu vehmederek, kendisinde bir kudret ve kuvvet görmeye, İlâhî nimetleri şahsına maletmeye başlar. Gururlanıp, haddini aşar. İşte kurban emri, ona, sahip olduğu mal ve mülkün, bağ ve bostanın, hayvanların, servet ve paranın Allah`ın bir ihsanı ve lûtfu olduğunu ve asıl mal sâhibinin Allah bulunduğunu hatırlatır. O`nun izni ve müsâadesi olmadan hiçbir şeye sâhip olunamayacağını bildirir. O da gururu bırakıp mahviyet ve tevazua girer. Hakikî kulluk tavrını takınır, şükür vazifesini ifaya çalışır. Bu hal ise, onun Allah`a yaklaşmasına ve rızasını kazanmasına bir vesile teşkil eder. Resûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Hiçbir kul, kurban günü Allah indinde kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zira kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzlarıyla, kıllarıyla, tırnaklarıyla gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce, Allah indinde yüce bir mevkiye ulaşır. Öyle ise, onu gönül hoşluğu ile ifa edin.” Kurban kesmek, hem kesilen hayvan için rahmettir, hem de insanlar için rahmettir. Çünkü yüce Yaratıcı, çayırın eliyle hayvanlara ot, ineğin eliyle insanlara süt, ağacın eliyle meyve, arının eliyle bal, toprağın eliyle türlü türlü ürünler gönderdiği gibi, kurban kestirerek varlıklı insanların eliyle de, ete hasret insanlara et ulaştırmaktadır. Aynı zamanda Allah yolunda kurban edilmelerine mükâfat olarak ahirette “Burak” olma şerefine nail olmakta, sahiplerini sırat köprüsünde taşıma görevi ile onurlandırılmaktadır. “Kurbanlarınızı neşeli ve kuvvetli hayvanlardan kesin. Çünkü onlar sırat köprüsünde sizin binitleriniz olacaktır.” hadîsi de buna işaret etmektedir. Bu olay kurbanlık hayvanlar için bir rahmet, bir saadet ve bir şeref değil midir? Kurban kesmekle yükümlü olan kimse, mümkünse onu bizzat kendisi kesmeli ya da yanında bulunmalıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) kızı Hz. Fatıma’ya şöyle buyurmuştur : “ Kalk, kurbanının yanında hazır bulun. Çünkü onun dökülecek ilk damla kanı ile birlikte işlemiş olduğun bütün günahların bağışlanacaktır.” Ayrıca kişi, vekil tayin ederek de kurban kestirebilir. Nitekim Resulullah (s.a.v.) kurbanlarından bir kısmını Hz. Ali (r.a.) ye kestirmiş, bizzat kendisi de Hz. Aişe namına kurban bayramında bir sığır kesmiştir. Vatandaşlarımıza kolaylık olması bakımından, vekaletle kurban kesme konusunda Diyanet İşleri Başkanlığımızın güzel ve faydalı bir organizasyonu bulunmaktadır. Nitekim bu sene 6 Kasım 2011 tarihinde idrak edilecek olan kurban bayramında Diyanet İşleri Başkanlığı kendi organizasyonu kapsamında vekaletle kesilecek kurbanların bir bölümünü ülkemizdeki yoksul ve muhtaçlara, bir bölümünü de Afrika, Türk Cumhuriyetleri ve diğer yurt dışındaki soydaş, muhtaç ve afetzedelere dağıtılacaktır. Kurban tasavvufta da önemle ele alınan bir konudur. Cüneyd Bağdâdî: "Mina'da kurban kesen bir mü'min eğer nefsinin bütün arzularını boğazlamazsa kurban kesmiş olmaz" diyor. İbn Arabi'ye göre en büyük kurban nefstir, esas mesele onu boğazlamaktır. Kur'an'da geçen: "Fidâ" (bk. Saffat, 37/107) fenânın remzidir. Koçun kesilmesi nefsten fâni olmak anlamına gelir. Hz İbrahim rüyasında oğlu İsmail'i boğazladığını görmüştü. Burada İsmail koçun remzidir. O'na rüyada oğlunu değil, oğul remziyle anlatılan koçu kurban etmesi emredilmişti. Ancak Hz. İbrahim rüyayı yorumlamadan olduğu gibi uygulamak istedi ve Allah da O'na kocaman bir koç gönderdi. Ebu'l-Hasan en-Nurî: "Tasavvuf Hakk için nefsin bütün arzularını terk etmektir." der. Veli, ârif, sufi ve âşık (muhib) gibi isimler verilen sufinin mâ'şuku (sevgilisi) Hakk Teala'dır. Âşık mâ'şuku için canı da dahil olmak üzere her şeyini kurban etmeye hazırdır. Halk yılda bir kere kurban keser, veli her an sevgilisinin kurbanıdır. Bakınız şair Fûzûli ne güzel söylemiş : "Halk-ı âlem ıyd içün yılda bir kez kurban keser, Dembedem, saat-be-saat ben senin kurbanınem." Bu beyti herkes dilediği gibi okuyup algılayabilir. Normal beşerî bir aşk için de, vecdi yüksek tasavvufî aşklar içinde geçerlidir. Fakat üstad Fuzûlî'nin kasd-ı mahsûsu hangisidir acaba? Hiç kuşkusuz burada derin bir dinî vecd ve soyut tasavvufî algılamaların şifreli dil kullanışları önümüze geriliyor. "Dembedem, saat-be saat" yani idrak ettiğimiz her yeni an itibariyle, "ben senin kurbanınem" diyen Fuzûlî; İslâmî hikmet icabı olarak her nefes verişimizi bir ölüm yani kurban oluş; her nefes alışımızı da yeniden hayata dönüş yani diriliş olarak idrak ediyor. Demek ki bir ömür boyu aldığımız her nefes bir yeniden yaratılma, her nefes verişimiz de tekrar tekrar ölümler, yani yaradanımıza kurban oluşlardan ibarettir. Mevlânâ Hazretleri de namazla kurban arasında bağ kurarak şöyle der : “Ey imam, namaza başlarken Allâhuekber demenin mânâsı şudur: “Allâh'ım, biz senin huzûrunda kurban olduk.” Kurban keserken Allâhuekber dersin işte, öldürülmeye layık olan nefsi kurban ederken de bu söz söylenir. O esnada beden İsmail, can da Halîl İbrahim gibidir. Can, bu semiz bedenin hevâ ve hevesini kesmek için tekbîr getirince beden şehvetlerden, hırslardan kurtulur, namazda “Bismillahirrahmânirrahîm” demekle kurban olur gider. İran'da "teşekkür ederim" sözü yerine "Kurban!" derler. "kurbanın olam", "kurban olayım sana" ifadeleri çok eski zamandan beri Anadolu'da hem rica ve yalvarma, hem teşekkür, hem de takdir etme ve hayran olma anlamlarında kullanılır. "Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl" mısraı istiklâl marşımıza en fazla anlam kazandıran büyüleyici mısralardan biridir. Resulullah Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde : “ Ben iki kurbanlığın oğluyum” buyurmuştur. Bunun sebebi şudur : Abdülmüttalip on oğlu olduğu taktirde bunlardan birini Allah için kurban etmeyi adamıştı. Bu eski adet bize, Hz. İbrahim’in gördüğü bir rüya üzerine oğlu Hz. İsmail’i kurban etmek istemesini hatırlatır. Abdülmuttalip, çeşitli zevcelerinden on oğlu olunca aralarında kura çekerek adağını yerine getirmek istedi. Kura sonucuna göre ileride Resulullah’ın babası olacak Abdullah’ın kurban edilmesi gerekiyordu. Bir arrafe (kadın kahin)in tavsiyesine uyularak belirli sayıda deve ile Abdullah arasında kura çekildi. Kura Abdullah’a çıktıkça develerin sayısı onar onar artırılarak yeniden çekildi. On deve ile başlayan kura çekimi, develerin sayısı yüze ulaşınca nihayet develere isabet etti. Böylece Abdullah’ın yerine yüz deve kurban edildi. İşte bu olaya ve neslinden geldiği Hz. İsmail’in kurban edilmesi teşebbüsüne işaretle Resulullah “Ben iki kurbanlığın oğluyum” buyurmuştur. Hazret-i İbrahim (a.s.), Nemrut tarafından ateşe atıldığında canı ile, Hazret-i İsmail’i (a.s.) kurban etmesi emredildiğinde evladı ile, ovaları kaplayan bütün sürülerini bağışlamakla da malı ile imtihan edildi. Üç imtihanı da kazandı. Kur'an-ı kerimde, “Sözünün eri İbrahim” diye övüldü. Hz. İbrahim bir adakta bulunmuş, oğlu olursa onu Allah’a kurban edeceğine söz vermişti. Aradan geçen zaman içinde oğulları olmuş ama o nasıl olduysa adağını unutmuştu. Rüyasında bir ses: "Ey İbrahim! Allah, oğlun İsmail'i kurban etmeni emrediyor." diyordu. Bu rüya Allah'tan mı, yoksa şeytandan mı bilemedi. Zilhicce ayının sekizinci günüydü. Ertesi gün, aynı vakitte aynı rüyayı görünce, rüyanın Allah'tan olduğunu anladı. Bu bir dostluk imtihanıydı. Allahu Teâlâ'nın dostluğuyla şereflenen Hz. İbrahim'den en sevgili varlığını kurban etmesi isteniyordu. Zilhicce'nin onuncu günüydü. Hz. İbrahim o sabah İsmail'e, ip ve bıçak almasını, oduna gideceklerini söyledi. İsmail hiç şüphelenmedi. Mina mevkiine gelince Hz. İbrahim rüyayı oğluna anlatmaya başladı. Hayatı veren ve alan Allah değil miydi? Allahu Teâlâ şimdi ondan emanet ettiği hayatı geri istiyordu. Bu çok şerefli bir alışverişti. İsmail, babasına teslimiyet ve tevekkülle şu cevabı verdi: "Babacığım, ne ile emrolunduysan o işi yap. Beni inşallah sabredenlerden bulacaksın. "Hz. İbrahim uzun yıllar sahip olamadığı ve yıllar yılı yaptığı duaların kabulü olarak kendisine verilen oğlunu Rabbine takdim ediyordu. İsmail'in son sözleri şu oldu: "Babacığım ellerimi, ayaklarımı bağla ki fazla çırpınmayayım. Elbiseni topla ki, kan sıçrayıp kirletmesin. Annem görür ve üzülür. Bıçağı şiddetle çal ki ölüm kolay olsun. Beni yüzümün üzerine yatır, yüzüme bakarsan bana acırsın. Ayrıca ben de bıçağı görmeyeyim, korku veririm. Annemin yanına vardığında selamımı söyle. Hz. İbrahim oğlunu sağ tarafına yatırdı, gözlerini bağladı. Bıçağı oğlunun boynuna olanca gücüyle sürerken "Bismillah" dedi, fakat bıçak kesmedi. Bıçağa baktı, keskindi. İkinci, üçüncü defa denedi, bıçak yine kesmedi. Hz. İbrahim yıllar evvel kendisini ateşin yakmadığını hatırladı. Demek ki bu defa da Cenab-ı Hak, bıçağa "Kesme!" emrini vermişti. Bir ses duydu. "Allahu Ekber! Allahu Ekber!" diyordu. Başını kaldırdı, Cibril-i Emin yanında semiz bir koç olduğu halde inmekteydi. Hamd ve şükür duyguları içinde "La ilahe illallahu vallahu ekber" dedi. Durumu fark eden Hz. İsmail, Cenab-ı Hakk'a minnet ve şükranlarını dile getirerek "Allahu Ekber ve lillahil hamd" dedi. Aradan asırlar geçmesine rağmen, bütün mü'minler Hz. Ibrahim ve oğlu Hz. Ismail gibi Rabbinin rızasını umarak Zilhicce ayının arafe günü, sabah namazından başlayıp bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmi üç vakit "ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER LA İLAHE İLLALLAHU VALLAHU EKBER ALLAHU EKBER VELİLLAHİ'L HAMD" diyerek minnet ve şükranlarını Rablerine sunarlar. Bu tekbire "teşrik tekbiri" denilir ve vaciptir. Tekbirler bayramların vazgeçilmez unsurlarıdır. Özellikle kurban bayramlarında söylenen teşrik tekbirleri o günlerde Allah’ı yüceltmenin ve zikretmenin en güzel yoludur. Dinimizde iki bayramdan birisi de Zilhicce ayının on, on bir, on iki ve on üçüncü günlerinde kutlanan kurban bayramıdır. Peygamberimiz bayramları, Müslümanlar için ibadet, yardımlaşma, dayanışma ve sevinç günleri ilan etmiştir. Hadis-i şeriflerde : “ Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Allah o günü bu ümmet için bayram kılmıştır.” ve “ Allah katında günlerin en büyüğü kurban bayramının birinci ve ikinci günüdür.” buyrulmaktadır. Bayram Gecesi ve Günlerinde Yapılması Müstehap Olan Şeyler a) Bayram gecelerini dua ve ibadetle ihya etmek, kaza namazı kılmak, Kur'an okumak ve Allah Teâlâ'dan af ve mağfiret dilemek. Çünkü duaların makbul olduğu gecelerden birisi de bayram geceleridir. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Ramazan ve kurban bayramı gecelerini, sevabını umarak ibadetle geçiren kimsenin kalbi, kalplerin öldüğü gün ölmez." b) Bayram sabahı erken kalkarak yıkanıp temizlendikten sonra namaza gitmek. c) Güzel koku sürünmek. d) Temiz ve yeni elbise giyinmek. e) Gücü yetiyorsa namaza yürüyerek gitmek. f) Güler yüzlü ve sevinçli görünmek. g) Yoksullara çokça sadaka vermek. h) Bayram namazına giderken yolda tekbir getirmek. i) Kurban kesecekse etinden yiyinceye kadar oruç tutuyormuş gibi bir şey yiyip içmemek. j) Kurban etinden iftar etmek. Çünkü peygamberimiz kurban bayramı sabahında bayram namazından dönmedikçe bir şey yemezdi. k) Ev halkına bolluk göstermek. Bütün bunlar bayramda yapılması müstehap olan işlerdir. Bayram günleri sevinç günleridir. Bu günlerde sevinçli ve güler yüzlü görünmek tavsiye edilmiştir. Bu itibarla bayramın toplum hayatımızda üstün yeri ve değeri vardır. Bayram günleri toplum şuuru bütünleşir. Toplum fertleri birbirleriyle sevinip kaynaşır. Hayatın bitmek tükenmek bilmeyen sıkıntıları içinde bunalan, bitkin ve yorgun hale gelen insanları bayramlar dinçleştirir ve çalışma azimlerini artırır. Bu günlerde akraba ve komşularımızla olan ilişkilerimiz kuvvetlenir, birlik ve kardeşliğimiz güçlenir. Bayram sabahı camilerimizi dolduran kalabalıkların hep birlikte ve içtenlikle yüce Allah'a yönelmeleri, O'ndan af ve bağış dilemeleri ayrı bir önem taşır. Çünkü böyle bir amaçla bir araya gelen, aynı iman ve heyecanı taşıyan toplulukları yüce Allah'ın rahmeti kuşatır ve onları affeder. Bu günlerde ana-babamızın ellerini öpüp hayır dualarını almalıyız. Dinimizde Allah'a ibadetten sonra anne ve babaya saygı ve iyilik emredilmiş, onlara karşı "öf" demek dahi yasaklanmıştır. Akraba ve komşularla tebrikleşerek, karşılıklı sevgi ve saygı duyguları aktarılmalı, karşılaştığımız herkesle selâmlaşarak tebrikleşmeliyiz. Tanıdıklarımızı ziyaret ederek hatırlarını sormalı ve gönüllerini almalıyız. Hastanelerde ve evlerde yatan hastaları görmeli, şifa dileklerimizi sunmalıyız. Yetimlerle ve kimsesiz çocuklarla ilgilenip onları okşamalı ve ana babaları gibi davranmalıyız. Çevremizdeki yoksullara ve bakıma muhtaç kişilere yardım ellerimizi uzatmalı, onların da bayram sevinci yaşamalarını sağlamalıyız. Bizden hayır dua bekleyen ölülerimizin mezarlarına giderek onlara dua etmeli, ruhları için hayır ve hasenatta bulunmalıyız. Tanıdıklarımızdan dargın olanları barıştırmaya çalışmalı ve aralarını bulmalıyız. Her zaman olduğu gibi bayram günlerinde de İslâm'ın emrettiği şekilde çevremizdeki insanlara iyi davranmalı, incitici ve zarar verici davranışlardan sakınmalıyız. Bütün bunlar, toplumu oluşturan fertleri birbirleriyle kaynaştırarak milli birliğin sağlanmasında ve toplumu rahatsız eden ayrılık ve düşmanlıkların yok olmasında etkili olur. Bu duygularla hepinizin kurban bayramını tebrik ediyor, daha nice bayramlara sağlıkla, huzurla erişmemizi Cenâb-ı Hak'tan diliyorum. Mübarek bayramın ülkemize, İslâm alemine ve bütün insanlığa iyilik ve hayırlar getirmesini diliyorum. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
KURBAN - 08/08/2019 |
Kurban Bayramı |
Şüphen olmasın ki, onu açıklamak bize aittir. (Kıyame 19. ayet) - 04/10/2018 |
Şüphen olmasın ki, onu açıklamak bize aittir. (Kıyame 19. ayet) |
Kur'an-ı Kerim'i Anlamak - 24/07/2018 |
Kur'an-ı Kerim'i Anlamak |
NAMAZ KILMANIN ZARURİYETİ - 19/11/2017 |
NAMAZ KILMANIN ZARURİYETİ |
Hurafeler ve Kur'an-ı Kerim - 09/10/2017 |
... |
Kalpler Allah’ı Anarak Yatışır - 21/06/2017 |
Kalpler Allah’ı Anarak Yatışır |
Cennetmekan Abdülhamid Han - 13/03/2017 |
Cennetmekan Abdülhamid Han |
Kur'an Ahlakından Uzak Yaşayan Toplumlar - 30/12/2016 |
Kur'an Ahlakından Uzak Yaşayan Toplumlar |
Ey Şehid! - 16/02/2016 |
Allah yolunda öldürülenlere de ölü demeyin. Onlar diridir ama siz anlamazsınız. |
Devamı |